Carousel ve Aşk
Herkese merhaba! Saat gece 12'yi geçti ve burada yazıyorum, 12'den sonra uyumaktan nefret ederim ama uyku düzenimi tekrar oluşturmaya başladığım bir süreçten geçtiğim için bu nefretimi şimdilik kenarda bir köşeye saklayacağım.
Bu satırları yazarken tam şu an arkada Grinko'dan Carousel çalıyor, o nedenle başlığa bu ismi vermek istedim. Şu sıra şarkılara çok fazla yazı yazıyorum ve içselleştiriyorum, benimle bütünleşmiş gibiler ve gerçekten iyi ki varlar. Makyajımı az önce çıkardım, makyajlı uyumaktan da nefret ederim bu arada ve hiçbir zaman makyajlı uyumadım (bu yıl içerisinde çok alkollü eve gelip sızdığım bir gece hariç, bu sayılmaz bence) ama makyajını çıkarmayı uykudan önceki o tatlı kısma bırakmak da çok zorlu oluyor. Hem kendime saygımdan makyajımla uyumayı yediremiyorum hem de kolumu kıpırdatıp o makyajı yavaş yavaş çıkarmak zor geliyor. Ayrıca az önce iki gözüme de kaçan kirpiklerimle küçük çaplı bir kriz yaşayıp sonunda onları çıkarabildim. Sorun yok, işlem başarılıydı.
Aslında aşk hakkında düşünceler beynime bir anda üşüşmüştü ve yazımın içeriğini o şekilde oluşturacaktım, inanın konu benim makyajımı çıkarmama nasıl geldi bilmiyorum. Burayı dijital günlük ve daha çok denemelerimi yazmak için kullanıyorum; genelde günlük akışımda olan her şeyi detaylıca yazdığım günlüğüm ve his defterime makyajımı anlatabilirdim ama kısmet blog sayfama oldu.
Yeni yılda dilek tutmaya her zaman bayılırım! Özellikle çocukluğumdan beri ailemle yılbaşında ritüellerimiz vardır, mesela annem mutlaka bir şişe kırmızı şarap alır gelir. En sevdiğim yılbaşımsa 2012 (yıl kayması olabilir) yılına geçtiğimiz gün olması lazım. Ailemle bir otelde kutlamaya gitmiştik (annemle saçlarımızı yaptırmıştık ve Panço'dan aldığımız beyaz renk, kısa kollu, kalın bir elbisem vardı; annemin saçları o sıra sarı renkteydi sonra o rengin pişmanlık olduğunu söyledi hep ama bence ona çok yakışıyordu, tanıdığım en güzel kadın, benden bile güzel) ilk kez annemin kadehinden birkaç yudum şarap içmeme izin verilmişti. Geri sayım yapılırken tüm aileler pistte birbirlerinin ellerini tutup çember olmuştu. Annem ve babamın elini tutup 10'dan geriye saydığımız o zaman dilimi, işte en sevdiğim yılbaşı gecemi oluşturuyor. İnsanı hayatta tutan, belki de şimdiki beni hayatta tutan 10 saniyelerdendi. İkisiyle olduğum için çok mutluydum, sonsuza kadar hep birlikte olmayı dilemiştik ve yeni yıla geçince birbirimize kocaman sarılmıştık; üçümüz mutluyduk. O an benim için çok değerli, şu an hatırlamışken bunu yazıyor olabilmek de beni mutlu etti.
Açıkçası tek çocuk olmanın çok farklı bir tarafı olduğunu düşünüyorum, ben aileme çok bağlı bir çocukluk geçirdim. Özellikle annem beni sırça bir fanusun içinde büyüttü, en ufak bir zarar gelmesinden bile deli gibi korkardı. Dört tekerlekli bisikletten iki tekerlekli bisiklete geçtiğim zaman düşmüştüm, annem ondan sonra iki tekerlekli bisikleti yasakladı. Hala daha iki tekerlekli bisiklet kullanmayı bilmiyorum mesela. İşte o derece bir koruma içgüdüne sahipti, elbette her anne öyledir ama işte takıntılı bir koruma stilini benimsemişti. Yine de bunun için ona minnettarım.
"Ailemle hep mutlu olmak." "Ailemin iyi olması." "Ailemin sağlıklı olması." "Çok fazla yeni kitap almak." "Yeni bir kemanımın olması." "Derslerimde başarılı olmak." "Üniversite sınavından iyi bir puan almak." "Başarı." "Para." Bunlar hep benim yılbaşı dileklerimi oluşturdu, işin açıkçası hiçbir yılbaşında aşık olmayı dilemedim. Aşka inanmıyor değilim bu arada, tam tersi aşk kitaplarına bayılıyorum ama kendi hayatımda hiçbir zaman bunu düşünmedim, hep sonra olur gibi geldi sanki sırası varmış ve henüz sırası gelmemiş gibiydi. 2025'e girerken ilk kez bu yıl aşk diledim, sanırım sırasının geldiğini düşünmüş olmalıyım. Bu yıl pek de dilekleri gerçekleşen bir insan değildim, açıkçası hayatımın gerçekten en başından itibaren kaydığı bir yıl oldu. Sonuç olarak aşık da olmadım, aşk da yaşamadım. İlişkilerim oldu evet ama 25 yıllık hayatımda hiçbirine aşk itirafı yapacak kadar yoğun hissetmedim. Sanırım kitaplarda okuduğum o karnında kelebeklerin olduğu (aslında dopamin etkisi bu) hissin farklı olacağına inanmıştım. Aşka yaklaştığım anlar oldu tabi ama hep ucundan kıyısından döndüm ya da genelde kaçtım. Kontrol edemeyeceğim durumlar beni hep korkutmuştur ve belki de hep mantıklı tarafım devreye girdiği için beni aşk ihtimalinden korudu. İlişkilerim genelde güvenli ve mantıklıydı, o yüzden büyük bir tutkuyla hiçbir zaman sarsılmadım; belki konforlu olan da bu olabilir.
Artık aşık olabileceğimi sanmıyorum. Bu arada aşkın yalnızca bir kişiye duyulan bir bağ olduğunu da düşünmüyorum; anlara ya da bir kitaba da aşık olunabilir bence ben bunu çok sık yaptım. Ama yazımda bahsettiğim bir kişiye duyulan aşktı. Aşk konusunda kendimi Narnia'ya inanmaktan vazgeçen Susan gibi hissediyorum. Aşık olamayacak kadar büyüdüğümü ve olgunlaştığımı düşünüyorum, kurgusal evrenlerde bahsedilen o hissi yaşayabileceğimi zannetmiyorum artık eskisi kadar da hayalperest birisi değilim tıpkı Susan gibi. Hikayemin aşkla ilgili oluğunu da düşünmüyorum bence daha farklı. Hayatımın anlamını son yıllarda hep sorguladım, bunun üzerine gerçekten düşündüm (varoluşsal sancılar da diyebiliriz) evet sonunda bir anlama ulaştım. Ama bunu yazmayacağım, herkesin anlamının farklı ve biricik olduğunu düşünüyorum.
Yazımın bu kadar içsel olmasını beklemiyordum, belki paylaşırsam bile silerim çünkü çok fazla günlüğüme yazar gibi şeffaf bir dil kullandım. Belki hiç paylaşmam, bilemiyorum...
Sevgilerimle,
Yorumlar
Yorum Gönder