Kayıtlar

Ait hissedememek

 Merhabalar! Umarım iyisinizdir ve her şey yolundadır. Bu biraz his yazısı olacak, son dönemde yaşadığım kendimle ilgili bir iç hesaplaşma da diyebiliriz.  Uzun zamandır kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum. İçimdeki bir parça kopup gitmiş gibi geliyor, bu parça da benim "aidiyet" duygumu da beraberinde götürmüş yerini kara deliğe bırakmış durumda. O parçayı doldurmaya çalışıyorum, hayatıma yeni insanları alıyorum ve orayı kapatmaya çalışıyorum. Hatta gerçekten duruma umutlu da yaklaşıyorum... Bazen bazı kişilerle, olaylarla, yenilikle tamamlanmış da hissediyorum. Ama işte sonra her şey tepetaklak oluyor, kara delik tüm parçaları yutuveriyor ve tüm sihir bozuluyor. Böylelikle ben bir parçası kayıp hatta o parça yerine içinde kara delik taşıyan, aidiyet duygusunu kaybetmiş, 23 yaşında bir genç kız oluveriyorum. Küçük tutkuların peşinden koşuyorum, belki o parçam bu sefer tamamlanır diye... Ama yok olmuyor. Hiçbir şekilde dışarıdan bulduğum bir parçayla orayı tamamlamam imkans

Yalnız ölmek...

 Kendimle ilgili yeni bir durumu fark ettim... Aslında belki de hep vardı da yeni açığa çıkarıyorum o parçamı, belki de kabulleniyorum. Geçenlerde bir kafede yalnız oturmuş arkadaşlarımın gelmesini bekliyordum, hasta olmam ve sürekli öksürük krizine girmem bu olayı biraz dramatikleştiriyor yalan yok. Yalnız, kendimle vakit geçirmeyi genel olarak seven bir insanım; yani arkadaşlarımla olmayı da çok seviyorum, konuşmayı vakit geçirmeyi anlamayı ve anlaşılmayı. Hatta en sevdiğim olay hiç tanımadığım bir insanla bağ kurmak, her insanın benim yoluma bir katkısı olduğunu düşünen bir insanım çünkü. Hepimizin bir hikayesi var ve bu hikayelerin oluşumunda birbirimize yol gösteriyoruz gibi geliyor. Ama bunların ötesinde kendi dünyalarımda kaybolmaya da bayılıyorum. Yani kısacası yalnızlıkla hiçbir zaman bir problemim olmadı hatta bazen onu çok sevdim. Ama o geçen gün bir boşluk hissi olarak hiç beklemediğim bir anda beni sarmaladı. O kafede insanlara bakarken sanki üstüme kocaman soğuk hava üfle

Blog Yıldönümü *

Kocaman bir merhaba! Tam 3 yıl önce bugün blogda ilk yazımı yayınlamışım ;) Benim için duygusal bir gün açıkçası. Karmakarışık hissettiğim bir dönemde açtım bu blogu ve hiç beklemediğim gibi burası beni sarıp sarmaladı. Yalnız hissettiğimde buraya yazdım, doğum günümde ilk dileğimi buraya üfledim, kaybolduğumda buraya koştum ve sonra ineceğim durağı beklemekten vazgeçtiğimi de ilk burada anladım. Burada olmak kendimin bile bilmediği bir parçayı öğrenmek gibiydi, düzenli yazamadım ama yol ayrımlarında hep yazdım. Kelimeler bana sarıldı, sen de sarıldın! İyi ki okudun beni, iyi ki okudum seni!  Önceki üç yıldaki yazdıklarıma baktığımda hiç beklemediğim bir anda bana iyi geliyorlar sanki geçmişten bir el uzanıyor ve beni düştüğüm yerden kaldırıyor gibi hissediyorum, umarım sana da iyi gelmiştir.  İyi ki bu blogu açmışım! İyi ki varsın! Bolca kalp ve çiçek yolluyorum sana sevgili okur! <3 Umarım daha çok yazarım ve yazarsın; o bağımız hiç bitmez. <3  Güneş yerinde, her şey yolunda. 

1 Temmuz 2023

 Temmuzun ilk günü... Bu tarz ayın ilk günü yazılarından ilk kez yazıyorum. İlklerden hem çok korkuyorum hem de yeniliği temsil ettiği için çok seviyorum. Örneğin okulun ilk günü benim için hep zor geçer, ilk sınav hep en zorudur, ilk buluşma için endişelenirim. Bir yandan "ilkler" fobisi yaşarken bir yandan da ayın ilk günlerini hep bir başka severim. Yeni başlangıçlara inanıyorum çünkü. Tüm defterleri rafa kaldırıp yeni bir defterin ilk sayfasına akıtılan o mürekkebe inanıyorum. Yeni hikayelerin varlığı beni heyecanlandırıyor evet diğer hikayelerin sonu geliyor ama bir şeylerden vazgeçmeden de daha iyisini yaşayamayız. Evet, vazgeçmemiz gerekiyor; daha sihirli bir hikaye yazmak için. Bugün temmuzun ilk günü ve ben hayatımda daha fazla yenilik için hazırım, ilk günden korkmuyorum. Bugün uzun zaman sonra keman çaldım(böyle çaldım yazdığıma bakmayın çok iyi değilim kendimi gazlamak için "çalıyorum" yüklemini kullanıyorum). Kendim için yaptığım en güzel aktivite belki

İç Dökme (Çok da önemli olmayan bir yazıdır.)

 Açıkçası günlüğüme düzenli yazan birisiyim fakat burada birine karşı yazmak daha farklı geliyor ve bu sefer buraya yazmak istiyorum. Çünkü hastalanınca mızmız bir şımarığa dönüşüyorum ve kimsenin başını şişirmek istemem. Küçük bir nezle olmuşum sanırım, şu sıra salgın da var gibi görünüyor. Kolumu kıpırdatmak hatta klavyedeki tuşlara basmak bile zor geliyor. Boğazım cayır cayır yanıyor ve sürekli öksürüyorum ve tüm bunların hepsi bir gecede oldu. Doktor covidin kalktığını dile getirirken yine de şüpheye düşmemek elde değil; hele ki 10 gün boyunca evden kesinlikle çıkmamamı tembihlemesiyle bir tık gerildim. Ama önemli değil kendimle kalmayı, odamda takılmayı ve zihnimin derinliklerine dalmayı da bir başka seviyorum ben.  Ne demiştim ben başta? Evet, ailemin başını şişirip mızmızlanmamak için buraya yazıyorum. Çünkü bedensel olarak hassas bir yapım var ve acı eşiğim çok düşük. Burada yazmak güzel, karşımda gerçekten biri varmış ve beni anlıyormuş; dediklerimi gerçekten dinliyormuş gibi

Ağaç Ev Sohbetleri 200*

  Kocaman merhaba blog dostlarım! Ağaç Ev Sohbetleri yazısını görünce duygulandım açıkçası çünkü blog hesabıma bir süredir girmiyordum ve bu etkinliğin devam ediyor oluşu beni çok mutlu etti. Burası bana arada hayatın yorgunluğundan kaçıp dinlenmek ve soluklanmak için uğradığım ormanın içindeki bir kulübeyi hatırlatıyor. Ama şöyle ki ormanın içinde bir sürü kulübeler var ve biz birbirimizi ziyaret ediyoruz; o kara karşı savaşıyoruz kelimelerimizle bağ kuruyoruz. O yüzden ne olursa olsun ben burada olmayı yazmayı çok seviyorum. Yazılarınızı okurken sanki kulübenize uğramışım ve sobada kestaneler var; mandalina kokusu etrafı sarmış ve birazdan da bana çay ikram edeceksiniz (hem de anneannemin tüm çayları karıştırıp yaptığı o özel çaydan)... Yani öyle güzel, huzurlu ki sizi okumak. Uzunca düşüncelerimi yazmak istedim. İyi ki Ağaç Ev Sohbetleri devam ediyor, iyi ki varsınız. Anlamak ve anlaşılmak dünyanın en güzel hisleri çünkü.  Konu sevgili Deepten gelmiş <3 Linkini bırakıyorum:  http

Mükemmel miyiz gerçekten?

  Mükemmel miyiz gerçekten? Hayatım boyunca hep mükemmel olmalıymışım gibi davrandım. En iyisi olmaya çalıştım, her şeyi sınırında yaptım; ben insanları bile ölçülü sevdim sevmemek için bazen kendimi sınırladım. Kimseyi hiçbir zaman kendimden daha çok sevmedim, kimseye tam olarak bağlanmadım. Hiç aşık da olmadım. Hatta hoşlandığım çocuklardan kaçtım, kaçarsam üzülmem ve her şey aynı devam eder gibi geliyordu. Konfor alanımdan çıkmak beni o kadar korkutuyordu ki ailem konsere gitmeme izin vermediğinde içimde küçük bir parçam bunun için rahatlıyordu. Sınırlarım beni güçlü yapıyor diye düşünüyordum. Hedef: Sınır koymak ve uzaklaşmak. Ödül: Hiç üzülmemek, kimseye beni kırma şansını vermemek. Şu anda da zaman zaman bu değişmiyor, hala daha görünürde bu yanımı fark etsem bile bunun önüne geçemediğim oluyor. Ya birisi beni gerçekten üzerse? Çünkü bu şansı kimseye vermedim ve nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yok ama bunu denemezsem de kalbim taştan olmaya devam edecek. Ben mükemmel olmaya ç

İz

  İz İnsan ne için yaşar? Kıyamete tanık olmak, yıkımı bir ekran karşısında öylece izlemek, acıları dinlemek için mi? Doğduğumuz ilk andan beri bir şeyler üretiyoruz, somut olarak kalıcı ögeler bırakıyoruz, ürüyoruz; geriye bizden bir şeyler kalması için mi? Bunca acı ve yıkım unutulmamak için mi? Peki o acı varken Sylvia Plath’in sessizliğin sessizliği değil kendi sessizliğimdi cümlesini hatırladın mı? Hepimiz bir iz bırakmak istiyoruz, unutulmanın kabusunu içimizde bir konuk gibi taşıyoruz. Peki kimsen olmasa bile geçen gün sevdiğin kedi, sürekli yukarı baktığında sana kollarını açan gökyüzü, korkarak yürüdüğün o sokaklar... Onlar da seni unutacak mı? Hiç kimse hatırlamasa da onlar asla unutmayacak.  Sen kocaman bir iz bıraktın, seni hiç unutmayacağım.