En Mutlu Gün | Kelime Oyunu 35

 

En Mutlu Gün

Öğlen vaktiydi. Çocukların keyifli seslerinin sokaklarda yükseldiği, insanların birbirleriyle komşuluk ilişkisinin hala olduğu bir mahallede üç katlı belki de mahallenin en güzel evinin bahçesinde yaşlı bir kadın oturuyordu. Kadının yüzü solgundu ve mavi gözleri elindeki beyaz kağıda odaklanmış durumdaydı. Sarıya boyanmış olan kısa kesilmiş saçları güneş ışığıyla parlıyordu. Yüzündeki kırışıklıklar yaşını gösterse de dışarıdan bakan biri bu kadının 62 yaşına daha geçen ay girdiğine inanamazdı. Sert çehresi ve bakışlarıyla uzak durulması gereken soğuk biri izlenimi yaratıyordu. Gerçekten de öyleydi, Selma Hanım tüm mahallenin korktuğu, yanına yaklaşmaktan bile çekindiği hatta arkasından "deli" söylemlerine yer verilen ulaşılması imkansız bir kadındı. Kimse onu sevmiyordu.

Şimdiyse daha önce hiç görünmediği kadar üzgün görünüyordu. Genelde duygusuz ve ifadeye yer vermeyen suratında ağır bir mahvolmuşluk hakimdi. Sarı saçlarının altında görünen altın küpelerini takıyordu. Selma Hanımla ilgili herkesin bildiği tek detay o altın küpelerini asla çıkarmamasıydı.

Selma Hanım düşünüyordu an elindeki beyaz kağıda bakarak. Düşüncelerinin büyük bir kısmını ölüm kelimesi içeriyordu. Bu sabah gittiği doktor randevusunda  hayatının şokunu yaşamıştı. Doktor birkaç aylık ömrünün kaldığını yakında bedenindeki ağrıların artacağını ve yardıma muhtaç kalmasının ihtimali olduğunu, son zamanlarını en yakınlarıyla geçirmesi gerektiğini söylemişti. O ana kadar duygularını bir kilitli kitap gibi saklayan kadının gözleri kocaman olmuştu. Sorduğu tek soru "Yardıma muhtaç mı kalacağım?" olmuştu. Hayatı boyunca tek başına ayakları üzerinde duran bu kadının belki de ölüm bile korkutmamıştı bakıma muhtaç olmasından daha çok.

Şimdiyse düşünüyordu, ölümün ne demek olduğunu. Koskoca 62 yılının nasıl geçtiğine hayret ediyordu. Elleri titreyerek kağıdı kendisinin bizzat boyadığı kırmızı renkli eski masasına bıraktı. Ellerini saçlarına geçirdi ve yıllardır yapmadığı bir şey yaptı. Ağladı. Hem de hıçkıra hıçkıra daha önce hiç ağlamadığı kadar çok ağladı. En çok doktorun son zamanlarını yakınlarıyla geçirmesi gerektiği cümleleri onu mahvetmişti. Onun en yakını bahçesinde büyüyen çiçekleri, evindeki iki kedisiydi. Yıllardır insanlardan nefret ediyordu ve ne bir arkadaşı ne de bir akrabası kalmıştı yanında. Bunu da o seçmişti elbette. Aklı düşünmek bile istemediği o korkunç geçmişine gitti bir anda. 

İzbe, nüfusu az olan bir köyde doğmuştu. Kışları soğuktan dışarı adım atılamaz, yazları tarlalarda çalışmaktan sonsuz gökyüzüne bir bakış atılamazdı. Çocukluğu babasından yediği dayakla geçmişti, bir tek annesi ona iyi davranıyordu. Sonra annesi de Selma 14 yaşındayken öldü, geriye ondan sadece sürekli taktığı altın küpeleri kaldı. Annesinin ölümüyle şiddet daha da arttı ve o da kendisini dışarıya karşı kilitledi. Bir tek beslediği kedilerle ve okuldaki öğretmenleriyle iletişim kurdu. Çok ders çalıştı, sabahlara kadar gecelere kadar kendine bir çıkış yolu bulana kadar çalıştı. Tüm akrabaları arkasından "yabani, soğuk" demeye başlamıştı. Selma o kadar soğuk bir kız olmuştu ki herkese kötü bakışlar atmayı babasına duyduğu, hayata duyduğu tüm öfkeyi bu kalkanıyla taşımaya çalışmıştı. Kendisiyle yaşıt olan kız arkadaşı Aslı zorla yaşlı bir adamla evlendirince duygusuzluk sarmalı kırıldı ve o gece de sabaha kadar ağladı. Yaşıtlarına göre küçük göstermesi ve yabani oluşu onu evlilikten kurtarmıştı belki de ama sıranın ona da geldiğinden emindi. Böylelikle ne kadar çalışıyorsa bunu daha da arttırdı. Üniversite sınavına babası göndermeyince evden kaçtı. Eve geri döndüğünde hayatında hiç unutmayacağı şiddete maruz kalmıştı. 62 yaşında bile çok net o anları hatırlıyordu. İki hafta hastanede yatacak kadar mahvolmuştu bedeni. Sınav sonuçları açıklanınca içten içe sevindi, ne babasına ne de başka birine bahsetmedi tercihlerini. Sonra da bir otobüse atlayıp kazandığı üniversitenin şehrine kaçtı. Yanına sadece annesinden kalma altın küpeleri ve kırgınlıklarla dolu kalbini almıştı.

Sonra yine çalışmakla geçti. Belki de köydekinden daha çok bir sürü işte çalıştı ama bir daha oraya hiç dönmedi. Üniversite bitince bankacı olarak işe girdi. İlk maaşını aldığında ellerinin hevesle titremesi halen daha hafızasında netti. O parayla sonunda kendine ait kira evine çıkmıştı. Ne üniversitede ne de iş hayatında sosyal olamadı. Arkasındaki fısıltılar hep katlanarak arttı. Kendisine yöneltilen tüm davetleri geri çevirdi, arkadaşlık isteklerini reddetti. Kırılmış kalbini onardı ve demirden zırhlarla donattı. Arkasından "soğuk, duygusuz" kelimeleri hiç eksik olmadı. Bir kişi vardı ki geçmişindeki leke gibiydi yıllar geçse bile hafızasından atamamıştı. Bu kişinin adı Ahmet'ti, onunla aynı yerde çalışıyordu ama daha yeni işe başlamıştı. Kıza çiçek alıp yemeğe gitmeyi teklif etmiş ama Selma acımasızca reddetmişti yine, hatta çok da kırıcı konuşmuştu. Ahmet çok kırılsa bile denemeye hep devam etti, kıza mektuplar yolladı ve çiçek gönderdi. Selma çiçekleri iş arkadaşlarının yanında çöpe attı, onu rezil etti. Mektuplarıysa ceviz sandığının derinlerinde sakladı, kimsecikler bilmedi. Ahmet'in ona olan aşkı içinde ufacık bir yeri tatmin ediyordu ve Selma bundan nefret ediyordu. Sanki karşısındakini ne kadar kırarsa o parçası da sonsuza dek yok olacaktı. Selma için birinden hoşlanmak kendi kalbini de kırmak demekti. Hayatı boyunca güçlü ve gururlu olan kız artık bunu istemiyordu, çocukluğu zaten peşindeydi.

Sonunda Ahmet pes etti. Kız hem sevindi hem de mahvoldu. Birlikte çalışmaya devam ettiler ve aralarında sadece üzgün bakışmalar kaldı. Birkaç ay sonra Ahmet'in evleneceğini öğrendi. Daha doğrusu iştekiler konuşurlarken duymuştu. Kıza bakışlar atıp gülümsüyorlar aralarında yüksek sesle konuşuyorlardı. Selma içinde hiç ummadığı bir yerden kopup düştü, dizleri mahvoldu ve sonra acımasızlığı tüm dizginleri eline aldı. Ahmet hayatında tanıdığı en kibar erkekti, Selma'ya da düğün davetiyesi verdi. Selma ona ilk kez düğün davetiyesini alırken gülümsedi ve içten bir şekilde tebrik etti. Ahmet'in gözleriyse her zamanki gibi kırgındı. Selma davetiyeyi o ceviz sandığının dibine mektupların yanına koydu ve düğüne gitmedi. İki ay sonra da Ahmet'in tayini başka yere çıktı. Kıza gitmeden önce son bir bakış atmıştı. Selmaysa öfkeyle kaşlarını çatmış, başını çevirmişti. Vedasına karşılık bile vermemişti. 

Sonra büyüdü, yaşlandı. Deli gibi çalıştı ve çok para biriktirdi. Ne bir arkadaşı oldu ne de bir sevgilisi ama parası vardı, gücü vardı, çiçekleri vardı, kedileri vardı. Onlar ona yetti, içindeki o parçayı unuttu ve bıraktı. Emekli olunca şu anki evine taşındı. Mahalledeki çocukları korkuttu, toplarını kesti ve daha da korkunçlaştı. Kalbi hiç kırılmadı ama hep kalp kırdı. Bunlar ona hep yetmişti... Ta ki şu ana kadar. Ta ki geçen gün markette Ahmet'i yanında torunlarıyla görene kadar. Adama ikinci kez o gün gülümsemişti ama o hiç bilmeyecekti çünkü kendisini görmesine izin vermeden marketten hızlıca çıkmıştı. 

Evet kadının kalbi hiç kırılmamıştı ama hayatı boyunca tam olarak mutlu da olmamıştı. 

Hıçkırıkları boş iç çekmelerine dönene kadar ağladı Selma. Sonra bir kız çocuğunun konuştuğunu duydu. 

"Selma teyze iyi misin?" Başını kaldırdığında dün sokakta gürültü yapıyor diye bağırdığı sarı saçlı kız çocuğunu gördü. Kız korkuyla kadına bakıyordu. 

"Hayır, hiç iyi değilim." Selma öfkeyle ayağa kalkıp kıza bağırmayı düşündü ama sonra kendini tuttu. "Sen hiç mutlu oldun mu?" Küçük kız kadının bahçesindeki çitlere yaklaştı. Elinde bir kurabiye kutusu taşıyordu. 

"Evet daha az önce çok mutlu oldum, annem çok istediğim oyuncağı aldı sonunda." 

"Ben hayatım boyunca tek bir gün bile mutlu olmadım." diye fısıldadı kadın. Kız çocuğunun deniz mavisi gözlerini hüzün kapladı. Sonra bahçeden içeriye girerek kadına elini uzattı. 

"Sana yardım edebilirim Selma teyze." Kadın yine asabileşmek istedi ama kalbinin zırhının delindiğini hissetti. Zaten ölecekti. Test sonuçlarını içeren beyaz kağıt elinden papatyaların arasına düştü. Selma Hanım titreyen eliyle kızın küçük elini tuttu. 

Böylece Selma Hanım hayatının en mutlu gününü yaşadı. Küçük kızla parka gittiler, dondurma yediler ve ardından salıncakta sallandılar. Yaşlı kadın yüzünde rüzgarı hissederken hayatı boyunca hiç gülmediği kadar güldü. Seksek oynadılar, denizi izleyip pamuk şeker yediler, sinemaya gittiler. Selma Hanım hep güldü. Yorgunlukla kadının evine döndüklerinde akşam olmuştu. Küçük kızın öğlenki kurabiyeleri masada duruyordu. Selma kızı eve davet etmek istedi ama kızın annesinin kızmasından korkuyordu. 

"Sahi senin adın ne küçük kız?" diye sordu

"Adım Selma." diye cevapladı sarışın küçük kız. Yaşlı kadın birkaç adım geriledi, eliyle kendi sarı saçlarına dokundu ve kıza bakmak istedi ama kız çoktan gitmişti. 

Selma Hanım masadaki kurabiyeleri yedi gülümseyerek. Ardından kurabiyeleriyle oturma odasına girdi. En sevdiği filmi izledi. Kedilerine son kez sarıldı ve onları misafir odasına kilitledi. Yatağının üstüne oturmadan önce ceviz sandığından mektupları çıkardı, son kez hepsini okudu. Sonra eline komodininden çıkardığı ilaç kutularını aldı. Selma Hanım duygusuzdu, somurtkandı ve acımasızdı ama hiç güçsüz olmamıştı ya da bakıma muhtaç. Son kez gücüyle ilerleyecek kendini başkasına bırakmayacaktı. Elindeki tüm hapları bir çırpıda yuttu. Annesinin küpelerini çıkardı, öperek masasına bıraktı.

Tüm hayatını düşündü, duvarlarıyla sarmaladığı hayatına kimseyi alamadığı için pişman oldu. Eline eski aynasını aldı. Kırışık yüzü önce çocukluğuna dönüştü. Mavi gözleri olan kızın yüzünü kocaman gülümsemesi kaplıyordu, ardından o yüzü morluklar esir aldı. Yüz tekrar değişti. Bu sefer genç kızın hatlarına sahipti çehresi. Bu kız hem güzel hem de çirkindi. Gözleri bir çılgınlıkla kaplıydı kaşları çatılıydı dudakları bir tebessüme mühürlüydü. Yüz bu sefer yaşlı bir kadına dönüştü. Bu yaşlı kadının yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Dakikalar sonra Selma Hanım gözlerini sonsuz bir uyku için kapadı ve boşluğa düştü. 

Sonraki gün Selma Hanım'ın cesedini bulanlar yüzündeki gülümsemeye anlam veremediler. 

Kimse onun en mutlu olduğu günün öldüğü gün olduğunu bilmeyecekti. 

*

Kelimeler: Heves, deniz, çocukluk, kurabiye, gülümseme

Bu haftanın kelimelerini Kağıttan Dünyam seçmiş onun harika hikayesine ulaşmak için burayatıktıkkk

Merhaba!! Umarım okurken sıkılmamış ve keyif almışsınızdır. Yine çok emin olmadan yazdığım bir hikaye oldu ;( Aslında bu hikayeyi içimdeki Selma Hanıma yazmak istemiştim ya da içimizdeki o saklanan, insanlara kendini açmaktan, kırılmaktan korkan o parçaya. Eğer sizin de bir parçanız böyleyse bizim kurtuluşumuz yine o parçamız olacak. Selma Hanım için geç olabilir ama bizim kendi en mutlu günlerimiz için geç değil.

Sevgiyle kalın, 

xoxo

Yorumlar

  1. Çok teşekkür ederim İlkay, ben de burayı senin güzel yorumlarını okumayı özlemişim. Selma Hanım bir parça sana gerçek hissettirip hüzünlendirdiyse ne mutlu bana. Çok çok sevgilerimle <33

    YanıtlaSil
  2. oyyy ya burnum sızladı valla, ne yazıklı bir hayat yaşamış ama neyse ki mutlu öldü, çok güzeldi, demek içimizdeki selma teyze bu :)

    YanıtlaSil
  3. heeey, iyisin de mi, senin o bölge civarında hep yangınlar var de mii, belki uzaktan görmüşsündür alevleri, hani ören e filan gitmiştin yanmış oralar değil mi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evettt çok şükür iyiyiz Deep, Örenden de herkes tahliye edildi. Çok teşekkür ederim beni merak ettiğin için :)

      Sil
  4. blogun, haftasonu yazımdaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir haftadır falan olaylardan giremiyordum mutlakaaa bakacağım çok teşekkürler ve bolca kalp <33

      Sil
  5. Selam uzun zamandır buralarda yoktum yeni bir blogla geri döndüm sizi takipteyim. Rica etsem sizde destek amaçlı bloguma uğrayıp takip eder misiniz ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bloğunuza uğrayıp sizi takibe aldım sevgiler <3

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

En sevdiğim renk...

Ait hissedememek

İç Dökme (Çok da önemli olmayan bir yazıdır.)